Torino’da bir açık hava müzesinde ‘İstanbul’un fethinde kullanılan Top’ açıklaması ile karşılaşan yazarımızın ülkemiz adına hayıflanmasıyla beraber fetihte kullanılan topların o zaman hangi koşullarda nasıl imal edildiği konusu zihnini kurcalarken; bir gün İstanbul’un fethi hakkında yazılmış bir kitapla da karşılaşmasıyla ve bu kitapta ‘şahi’ toplarının nasıl yapıldığına rastlamasıyla zaten var olan merakının perçinlenmesi üzerine yazarımız araştırmalara başlamıştır.
Osmanlı’nın döktürdüğü topların dökümde hangi malzeme ve teçhizatı kullandığı, o zamanın şartlarında dökümün nasıl yapıldığı, hangi yöntemlerin kullanıldığı gibi araştırma konularını esas alan yazarımız Osmanlı’nın döküm sanayisinden de bir perspektif sunmaktadır.
Yazarımıza göre metalürji biliminin tarihi çoğu zaman askeri tarih ile paralel gider; askeri tarihte, bakır ve çelik dökümü, kılıç, top gibi çeşitli silahların malzeme seçimi ve malzemelerin iyileştirilmesi, üretim tekniklerinin geliştirilmesi gibi konulardaki gelişmeler her zaman çok çarpıcıdır ve insanlığın gelişiminde önemli etkileri vardır.
BÖLÜM 1 FETİH
Fatih ve İnovasyon bölümümüzde; çok farklı ve üstün özellikleriyle bilinen Fatih Sultan Mehmet’in kültürlü ve estetik vizyonu ona her alanda özellikle sanatta ve mimaride inovatif bir bakış açısı kazandırmıştır.
Fetihin neden gerekli olduğunu anlatan satırlarda ise; İstabul’un stratejik olarak çok önemli bir bölgede yer alması, Coğrafi konumu sebebiyle yüzyıllarca siyasi, askeri ve ticari açıdan önem taşıması vurgulanmıştır.
Fetih Hazırlıkları, Fetih ve İnovatif Öğeler; Fatih, İstanbul’a girişilecek fetih harekatı sırasında Bizans’a yardım etmesi muhtemel tüm devletlerle birer barış anlaşması imzalamıştır. Bu esnada öncelikle maliyeti düzenlemiş, fetih hazırlıkları için gerekli kaynağı sağlamıştı. Askeri hazırlıklar ise kara ve deniz kuvvetleri olarak kendini göstermiştir. Top güllesinin su üzerinde sektirilmesiyle yapılan atışta boğazdan geçmeye çalışan Antonio Rizo adlı kaptanın gemisini batırarak İstanbul Boğazının hakimiyetini tamamen ele geçirmiştir.
Yeni çağ topçuluğu ise; askeri anlamda topçuluğun ve top teknolojisinin tarihidir. Aslında XIII.yy’dan beri top vardı; fakat yeniçağı doğuracak silahlar değildi. Bu konuda yenilikler; yatay yollu ve dikey yollu atışlar şeklindedir ve bu yöntemler bugünkü top teknolojisinin temelini oluşturur. Fatih, darbzen türü yatay yollu atış yapan top teknolojisini ’Şahi’ adını verdiği büyük bir top çeşidi ile görülmemiş büyüklükte tesire sebep olacak seviyeye ulaştırdı. Fatih’in ikinci teknik harikası, dikey yollu atış prensibi ile çalışan havan topunun atış kabiliyetini arttırmasıydı. İnovatif anlamda yaptığı yeniliklerden birisi ise; hafif ve ağır topçuluğun bir arada kullanılmasıdır.
Fetih Sonrası İstanbul; Fatih hemen sanat, eğitim ticaret, zenaat ve iskan alanlarında çok yönlü ve hızlı bir şehirleşme kampanyası başlatmış fetih sırasında azalan nüfusun artmasını sağlamıştır.
Top dökümcüsü Urban ve Diğerleri; Osmanlı Devleti’nin15.yy’dan başlayarak üretip kullandığı toplar günümüzde dünyanın çeşitli ülkelerinde özellikle avrupadaki müzelerde sergilenmiştir. Bazı belgelerde ise; I.Murad, Yıldırım Bayezid, II. Murad dönemlerinde, fetih edilebilecek kaleler karşısında seyyar dökümhaneler bile kurulup top dökümü yaptığı bahsedilmektedir.
İstanbul’un fethi sırasında Osmanlı’nın elinde iki yüze yakın top vardı. Fatih, güçlü toplar döktürülmesinin peşindeydi.
Bizans İmparatorluğuna yardım için Macaristan’dan gelen Urban, diğer top dökümcülerin yanında hizmete alındı. Urban gibi topçu başı saruca ve onun gibi başka ustalar da büyük toplar yapmışlardır.
Urban’ın yaptığı topun ‘ neredeyse tek başına fethi gerçekleştirdiğini ve fetihte topun büyük bir rol oynadığını’ belirtilir. Urban’ın topunun ne kadar atış yaptığı konusu da tartışılmıştır. Urban’nın topunun çatlamaması için üzerine zeytinyağı döktüğünden bahsedilmektedir.
Bir yandan da, İstanbul’un fethi gerçekleşene kadar olayları günü gününe izleyip notlar alan İtalyan asıllı doktor Nicolo Barbaro’nun kaynaklarına göre, bugünkü Topkapı Sarayı kapısı önüne yerleştirilen en büyük top 1200 librelik gülle atan Urban’ın topunun kuşatmanın sonuna kadar kullanıldığını ve özellikle 29 Mayıs günü etkili olduğunu belirtmektedir.
İstanbul’un fethinden sonra yazılan şehrin semtlerini anlatan bir defterde ‘Topçu Urban Evleri’ mahallesine rastlanması Urban’ın öldükten sonra da yaşadığına işaret ettiği belirtilmiştir.
‘14.yy’dan 16.yy’a kadar Osmanlı Devleti’nde Tımar’ adlı eserde ise; Urban’ın yaptığı hizmetlerden dolayı kendisine bir tımar verildiğinden bahsedilmektedir.
Bir Yabancı Gözüyle Fetih: Surlar ve Toplar
Osmanlıların toplar ile ne zaman karşılaştığı tam olarak bilinmiyor. Barutlu silahların tahminen 1400 yılı civarındaBalkanlar üzerinden girdiği düşünülüyor. 1420 ‘lere bakıldığında topçu birliklerinin savaşlara katkısının hala çok düşük düzeyde olduğu görülüyor. 1446 yılının Aralık ayında Murad, uzun menzilli top gülleleriyle sura saldırdı ve beş günde yardı.
Bu olayların akabinde Osmanlılar, topçuluk konusundaki bilgilerini derinleştirmiş ve bnu top mermisi yapımının ve patlayıcıların evrim geçirdiği kritik bir zaman diliminde yapmışlardı.
1420 ‘li yıllarda tüm Avrupa’da barut yapımı konusunda barutun verimliliğini ve kararlılığını temelden arttırıcı bir gelişme oldu. O zamana kadar yapılan işlem,karışımın içerdiği, kükürt, güherçile ve odun kömürü gibi maddeleri farklı varillerde taşımak ve sahada karıştırmaktı. Bu tozun yanması yavaş nemlenmesi hızlı idi.1 15.yy ın başlarında macun kıvamına getirildi. Çalışmalar sonucunda ‘ Salamura’ denilen bu toz daha yanıcı ve neme % 30 daha dayanıklı idi.
Ayrıca o dönem boyu 5 metreyi bulan 340 kg dan daha ağır gülleleri fırlatma kapasitesine sahip olan dev kuşatma topları ortaya çıkmaya başlamıştı.
Gülle çapına ve namlunun boyutlarına uygun hale getirilmiş uygun ağırlıktaki taşın barut miktarının, yavaş hareket eden topun istenilen hedefe varmasına yetecek miktarda olması gerekiyordu.
Bu arada içten ve dıştan ateş tuğlalarıyla çevrelenmiş ve büyük taşlarla güçlendirilmiş ve 1000 derece sıcaklığa iki ocak Orban tarafından inşa edildi ve bunların dışını “ ağzı dışında her şeyi saklayacak derinlikteki” odun kömürü yığını ile çevreledi.
Ocak 1453’te topa önce barut yerleştirildi, dev mermi güllesi namlunun ağzına zorlukla sürüklendi. Yakılmış bir fitil temas deliğine yerleştirildi. Dehşet verici gülle açık arazide yaklaşık 1.5 km boyunca uçtu. Patlama 15 km uzaktan duyulabiliyordu. Bu silahın kullanımının faydasının yanında psikolojik faydasıda olacaktı.
Dardanel Topu
Fatih Sultan Mehmed'in döktürdüğü büyüleyici güzellikteki şahi toplardan günümüze kadar erişmiş olanlardan biriydi. Üzerinde bulunan kitabeye göre, Receb 868 (Mart 1464) yılında Ali adlı bir usta tarafından dökülmüş olduğunu anlıyoruz. 63 santim çapında, 5,25 metre boyunda 8 ton ağırlığında doğmuş ve 300 kiloluk taş gülle atabiliyormuş. Halen İngiltere Portsmouth şehri Ford Nelson Müzesi’nde sergileniyor.
İki Parçalı Dardanel Topunun Doğumu
Bu şahane iki parçalı top İstanbul'un fethinden sonra kurulan Tophane-i Amire'de dökülen ilk toplardan. Yani doğum yeri İstanbul, Tophane-i Amire.
Çağına göre çok önemli mühendislik bilgileri neticesinde ortaya çıkan yenilik ve buluşları taşıyan bir toptu. İki parçalı olarak tasarlanmıştı. Bu tasarım onun kullanılacağı yere iki parça olarak kolaylıkla götürülmesini ve orada ortasından birbirine vidalanarak kullanılmasını sağlıyordu. Parçanın biri kuyruk kısmı, diğeri de güllenin atıldığı namlu idi. Topun dış yüzeyinde döküm ile birlikte çıkan destek çemberleri vardı. Kovan tarafında ise beş adet ince takviye çemberi vardı. Topun toplam uzunluğu 5 metreyi geçiyordu. Toplam 8 ton ağırlıkta idi. Gülle ağırlığı 300 kiloya yakındı.
Dardanel Topunun Yolculuğu:
1807 yılında Çanakkale Boğazı'nı geçmeye çalışan İngiliz John Ducks Worth'un kumandasındaki donanmaya ait altı adet gemiyi batıran toptu. 1856 yılında Kırım savaşı nedeniyle Çanakkale'ye gelen İngiliz General J.H.Lefroy bu topa hayran kalmıştı.
Tarih onu 343 yıl sonra Çanakkale'de Kilitbahir kalesinde farketmişti. Osmanlıların yapmış olduğu en eski toplardan biriydi. Yıllar sonra bu top Sultan Abdülaziz'in İngiltere gezisi sırasında Kraliçe Queen Victoria'ya hediye edilmişti.
Bu güzel eserin tarihte izini sürmek için esas olarak üç makale değerlendirildi.
1. J. Henry Lefroy'un 1868 tarihli makalesi
"The Archaeological Journal" de yayınlanmıştı. "II. Mehmed'in Muhteşem Topu - The Great Cannon of Muhammad II." başlığıyla çıkan makalesinde şöyle bir giriş yapmıştı: “Çanakkale'nin muhteşem topu seyyahların ve erken dönemlerden beri topçulukla ilgilenen uzmanların merak ve ilgi konusu olmuştur. Dört asır boyunca kullanılmış ve hala kullanılmakta olan bu toplar kadar etkili silah örneği yoktur. Bu toplar Osmanlı soyunun, hiçbir ordunun yarışamadığı eski gücünün ve enerjisinin kanıtıdır.”
Lefroy devam eder: "Topun namlu ucundan başlayarak dikine döküldüğü ve kuyruk tarafında bir çıkıntı olduğundan bahseder. Muhtemelen sıvı metal döküldükten sonra halen sıcakken çekilme boşluklarının dolması için kalıbın burası baltalarla yontularak buradan ilave sıvı metal verildiği düşünülebilir. Eksen işaretleri düzdür; benzer izler, kuyruk kısmının kare olarak kesildiği diğer erken dönem toplarda da görülebilir”
Ffoulkes[1] makalesine şöyle başlar: "Kritoboulos'un onbeşinci yüzyıl elyazması Imbros'unda, (Dr. Dethier tarafından Fransızca'ya çevrilmiş) Konstantinopolis kuşatmasını planlarken II.Mehmed'in bronz döküm ustası Orhan'a veya hain bir Macar olan Urban'a var olanlardan daha güçlü toplar üretmesini emrettiğini öğreniyoruz. Bunlar Edirne'de yapılmış gibi görünüyor ve izlenen döküm prosedürü hakkında ilginç ayrıntılar veriliyor. En saf kilden bir model hazırlandı, birkaç gün yoğurularak plastik hale getirildi ve sert ve katı bir kütle haline getirmek için kenevir, keten ve paçavralarla karıştırıldı. Kalıp ile çekirdek arasında bir boşluk bırakarak bir kalıp oluşturuldu. Kalıbın dışı demir ve ahşap ile güçlendirildi. Ve büyük bir dağda, kalıbın üstüne toprak ve taşlar yığarak bir döküm platformu yapıldı. Ve yine buraya kalıbın üstünden onun sağına ve soluna denk gelecek şekilde tuğlalarla kaplı kuleye benzer iki ocak yapıldı. Ocakların dışı da taşlar ile güçlendirildi. Ve ocaklar hazır olduğunda, bronz parçalar ve kalay atılmaya başlanarak ergitme safrasına geçildi.”
3. Williams - Paterson Makalesi
İki parçalı bu muhteşem top için 1986 yılında yazılan makalede A.R. Williams ve A.J.R. Paterson üçüncü ve son topu teknik özellikleri açısından değerlendirmeye çalışmışlardır. Amaçları Şahi Topu'nun teknik özelliklerinde o zamanlarda üretilen diğer toplara göre farklılıkları tespit etmekti.
Yazı şöyle başlar: “Türk fetihlerinin azalmasıyla birlikte büyük toplar Çanakkale Boğazı'nın kıyılarının korunması gibi daha savunmaya dönük amaçlı kullanılmaya başlandı. 17. ve 18. yüzyıl gezginleri bunlardan en az kırkının hisar ve kalelerde Boğazlar'ı savunmak amacıyla kullanıldığını, birinin iki parçalı ve 7 metre uzunluğunda olduğunu ve bir başkasının daha da büyük olduğunu anlatmıştır. Bu topların son ciddi ateşlenmesi 1807'de Britanya savaş gemilerinden oluşan bir filonun saldırısının bertaraf edilmesi sırasında olmuştur. Diğer taraftan, Kırım Savaşı Britanya ve Osmanlı Türkleri'ni müttefik durumuna getirmişti. O nedenle Çanakkale Boğazı'ndaki büyük toplardan biri Kraliçe Victoria'ya sunuldu. Lefroy, 65 cm namlu çaplı iki parçalı topu özellikle talep etmişti. O yıllara ulaşan Osmanlı toplarının sayısı on sekiz adet idi. Bir tanesi 1458 tarihli olmak üzere üç adet benzer top da hurda elde etmek amacıyla yeni parçalanmıştı. Lefroy bu topların boyutlarını ve künyelerini listelemişti. Namlu çapları 50 ila 75 cm idi ve 200 ila 565 kg ağırlığında taş gülleler fırlatıyorlardı. 20. yüzyılın başında bu topların sekizi hala mevcuttu, ama 1919 yılı itibarıyla bunlardan yalnızca iki adet kalmıştı. İkisi de tek parçaydı yani ağızdan dolma idi.”
İstanbul'un fethiyle Fatih yani feth eden, büyük ve önemli bir iş bitiren kimse ünvanını alan Sultan II. Mehmed'in döneminde Osmanlı, yükseliş dönemine girmiş ve bir cihan imparatorluğu olmuştur. Çok farklı ve üstün özellikleriyle bilinen Fatih'in çok kültürlü ve estetik vizyonu ona her alanda özellikle de sanatta ve mimaride inovatif bir bakış açısı kazandırmıştır.
gibi Fatih Dönemi günümüz tabiriyle Osmanlı'nın "inovasyon dönemi"dir. Belirtmekte fayda var ki bu inovasyonu gerçekleştirecek "Cihan Padişahı"nın arka planında büyük bir entellektüel birikim vardı.
Fetih Neden Gerekliydi?
İstanbul, stratejik olarak çok önemli bir bölgede yer alıyordu. Coğrafî konumu gereği yüzyıllarca siyasi, askeri ve ticari açıdan hep önem taşımıştı. İki kadim kıtanın birleşme noktasında olan İstanbul, iki kara ile iki denizi kontrol eden Marmara Denizi ile İstanbul Boğazı arasında kalan Haliç'in ortadan ikiye ayırdığı stratejik önemi büyük tarihi yarımadada yer alıyordu. Jeopolitik olarak Osmanlı'nın Anadolu ve Rumeli topraklarının ortasında kalan İstanbul, Osmanlı topraklarının birbiriyle ilişkisini kesen ve geçişlere engel olan bir konumdaydı. Anadolu ve Balkanların önemli bir kısmını fethetmiş olan Osmanlı için Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkentini ele geçirmek artık bir zorunluluk halini almıştı.
Öte yandan İstanbul'u fethetmek her ne kadar stratejik olarak çok önemliyse de ondan daha da önemli olan Peygamber efendimizin "Kostantiniyye (İstanbul) mutlaka fethedilecektir. Orayı fetheden emir ne güzel emir, o ordu ne güzel ordudur" müjdesine nail olma arzusuydu.
Fetih Hazırlıkları, Fetih ve İnovatif Öğeler
Genç hükümdar tahta oturduktan sonra öncelikli olarak merkezdeki idarî problemleri halletmiştir. Bunu yaparken anî ve fevrî bir harekete girişmemiş, fetih fikrinin karşısında olan Çandarlı Halil Paşa'yı görevden almamış, onu yavaş yavaş etkisizleştirmiş fakat bu yaşlı veziriazamı yerinde tutarak onun diplomasi sahasındaki tecrübesinden istifade etmişti.
İkinci olarak Fatih, İstanbul'a karşı girişilecek bir fetih harekâtı sırasında Bizans'a yardım etmesi muhtemel tüm devletlerle birer barış anlaşması imzalamıştır. Böylelikle İstanbul'un fethi sırasında Bizans'a yapılması muhtemel yardımların önü diplomasi yoluyla kesilmeye çalışılmıştır. Diğer taraftan kuzeyden gelecek herhangi bir yardımı da Rumeli Hisarı ile tedbiren kapatmıştı.
Fetih Sonrası İstanbul
Fatih, hemen eğitim, ticaret, sanat, zenaat ve iskan alanlarında çok yönlü, hızlı ve planlı bir şehirleşme kampanyası başlatmış, fetih sırasında nüfusu 30-40 bin olan şehir 1478 yılında gerçekleşen sayıma göre 80 bin civarına ulaşmıştı. Fetihten önce neredeyse şehir olma özelliğini kaybeden İstanbul artık bir cazibe merkezi idi. Fatih'in başlattığı imar hareketi ondan sonra gelen her padişah tarafından dönemin şartlarına göre devam ettirilmiş ve İstanbul her alanda günden güne daha da gelişerek dünyanın en muhteşem şehri olmuştur.
Fatih Sultan Mehmed’in Kişiliği
Fatih Sultan Mehmed dönemin en iyi alimlerinden iyi bir eğitim almış, yüksek bir terbiye görmüştü. Büyük bir komutan, eşsiz bir diplomat, çağının önemli bir hukuk insanı, inovatif bir mühendis, hülasa büyük bir deha idi. Arapça ve Farsçayı iyi derecede bilen Rum, Latin ve İbrani dillerine de vakıf olan Cihan Padişahı, dini, sosyal ve pozitif bilimlerde yüksek eğitim almıştı. Şahsi kütüphanesinde o zamana kadar yazılmış bütün önemli ilmî eserler mevcuttu, devrinin en büyük şairleriyle yarışacak kadar şiir sanatına ve yüksek sanat kültürüne sahipti. Fatih Sultan Mehmed'in inovatif kişiliğe sahip olduğunun bir başka örneği kendi kaftanlarının çizimini yapmasıdır.
19 yaşında tahta çıkan genç hükümdar 21 yaşında İstanbul'u fethetmiştir. 3 Mayıs 1481 tarihinde henüz daha 49 yaşında iken Hünkar Çayırı'nda vefat eden Fatih, İstanbul'un fethiyle tarihe çağ açıp çağ kapatan büyük hükümdar olarak adını yazdırmış, bugün dahi örnek olma vasfını muhafaza ederek günümüze ışık tutmaya devam etmektedir.
BÖLÜM 2 TOPLAR
AKDENİZ'DE OSMANLI HAKİMİYETİNİ YENİDEN
BAŞLATAN TOP:
On iki ton ağırlığında, yedi metre uzunluğunda ve beş kilometre menzilli bir toptu. 1542 yılında Barbaros Hayrettin Paşa'nın oğlu Ha- san tarafından döktürülmüştü. Bugünün standartlarında bile devasa ölçüde sayılabilecek bu top, asırlarca Cezayirliler tarafından Cezayir'in koruyucusu olarak görülmüştü.
Halen Brest şehrinde 'La Consulaire' (Büyükelçi) adıyla sergilemekteler. Topu dikine koyup ağzını kapatmışlardı. Hatta en üste Fransa'nın sembolü olan bir horoz heykeli koymuş olsalar da Cezayirliler için bu topun manevi anlamı hiçbir zaman unutulmamıştı.
KÂBE’DEKİ OSMANLI TOPLARI
1517 yılında Hicaz ve bölgesinin ve İslam’ın kutsal şehirlerinin Osmanlı hâkimiyetine geçmesi Osmanlı sultanlarına ağır bir yük de getirmiş ve hac ibadetinin kazasız, belasız yerine getirilmesi sultanların öncelikli görevleri arasına girmiştir. Hac yolunda güvenliğin yanı sıra Mekke ve Medine’de olay çıkmaması için Osmanlılar görünür ve görünmez tedbirler almışlardır.
Uppsala Üniversitesindeki tablonun önemi islam dininin kutsal mekânları Kâbe ve Mekke şehrinin asırlar boyunca tasvirleri yapılmıştır. Bu tasvirler çeşitli malzeme üzerine işlenmişlerdir.
3. Kâbe’de Toplar Hayal mi Gerçek mi?
Resimde Mescid-i Haram’ın içine dikkatlice bakılınca Kâ- be’deki tavaf alanını çevreleyen direkler görünür. Dikkatlice bakınca bu direklerin normal bir sütun direk değil topların boyun ve ağızlarından oluştuğu anlaşılır.
4. Evliya Çelebi ve Kâbe’deki Toplar
Evliya Çelebi’nin anlattığına göre Kâbe’nin içinde 41 adet tunç top bulunmaktaymış. Ve Bunları Hadım Süleyman Paşa Hindistan Seferi’nden döndükten sonra Kâbe’ye bırakmış. Zikredilen kırk bir parça tunç topları hâzır cebehâne bulunması için Beyt-i Şerîfin dört tarafına süs için sıralı olarak dizmiştir.
5. Ali Bey Abbasi’nin Anlatımıyla Kâbe’deki Toplar
Kâbe’deki topların izini sürerken 1807 yılında Kâbe’yi ziyaret eden bir İspanyol seyyahın Ali Bey Abbasi adıyla meşhur olan Domingo Francisco Jorge Bad^a y Leblich hatıraları önümüze çıktı. 1807 yılında Müslüman kılığına girerek Mekke’ye seyahat etmiştir. Burada gördüklerini seyahatnamesinde yazmış ve aynı zamanda Kâbe’nin ilk ilmî çizimlerini de yayımlamıştır.
6. Hollanda Leiden Üniversitesi Kâbe Fotoğrafları
Leiden Üniversitesindeki Kâbe’yi 6 yönden gösteren 18861888 yıllarında çekilmiş bir fotoğraf bulduk. Bu fotoğrafta seyirci Kabe’yi tavaf eder gibi 6 taraftan görme imkânına kavuşuyor. Fotoğraftan Kâbe’deki topları ve sayılarını tespit edebiliyoruz. Bu fotoğrafta tavaf alanını çevreleyen topların 31 adet olduğunu görebiliyoruz.
Kâbe’nin topları yirminci yüzyılda da Kâbe’yi ve tavaf alanını korumaya devam ettiler.
Temmuz 1953 yılında National Geographic Dergisi hacca giden ve burada renkli fotoğraf çekmesine izin verilen Abdul Ghafur Sheikh adlı bir Müslümanın fotoğraflarını yayımladı.
Kâbe’nin ilk renkli fotoğrafları olarak 60 sayfalık bir röportajda bizi ilgilendiren fotoğraf 28. ve 29. sayfada Kâbe’yi ve tavaf alanını gösteren fotoğraftır.
Bu araştırmada ortaya koyduğumuz üzere, Kâbe’de bulunan topların savaş ve ateş fonksiyonları dışında tavaf alanının sınırlarına konduğu ve buranın ışıklandırılmasında kullanıldığı anlaşılmaktadır.
KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN TARAFINDAN AÇE
SULTANLIĞINA GÖNDERİLEN TOPLAR
Açe Sultanlığı’nda Türk Topları ve Topçuları
Hollanda’nın sömürgesi olan Endonezya’dan getirdiği savaş ganimetleri müze hâline getirilen birkaç odada sergilenmeye başlanmıştır. Bronbeek Müzesi’nde de Endonezya’nın Açe bölgesinde devam eden 1875 yılı savaşında bulunan bazı toplarda sergilenmektedir. Bu toplar Osmanlı topları olarak bilinmektedir.
Topların Tarihçeleri
Osmanlılarla Açeliler arasında 1540 yılından önce münasebetleri olduğunu biliyoruz.
Mendes Pinto’nun Olağanüstü Seyahat adlı eserinde (s. 19) şunu okuyoruz:
“Açeliler yardım olarak Batakslara karşı savaşlarında 300 Türk askerine güveniyorlardı. Bunlar Mekke’den 4 gemiye bindirilerek getirilmişlerdir. Bu gemilerin içinde birçok ateşli silah ve demirden ve tunçtan toplarda bulunmaktaydı.” Böylece Açe ile Osmanlı Devleti arasındaki ilk ittifak gerçekleşir ve ilk toplar da bu dönemde gelmiş olmalı.
Bizim 93 Harbi olarak andığımız 1877-1878 Rus-Türk Sava- şı'nı Rusya'nın kazanmasından sonra, Ruslar bu zaferin anısına St. Petersburg'taki Kutsal Üçleme Kilisesi'nin yanına bir anıt dikmeye karar verir. Burasının seçilmesinin nedeni bu kilisenin İzmailovsky Alayı'nın kilisesi olması ve bu alayın savaşta üstün başarı göstermiş olmasıdır. Bu anıt Rus-Türk savaşında ele geçirilmiş toplardan meydana getirilmiştir ve granit bir kaide üzerinde yer alan altı sıra toptan oluşur.
St. Petersburg'ta bulunan Spaso-Preobrazhensky Kilise- si'nin bahçesini çevreleyen duvarın ilginç bir mimarisi var. Bu duvar 1832-1833 yıllarında inşa edilmiştir. Temel özelliği 18281829 yıllarında yapılan Rus-Türk savaşında kazanılan zaferi anmak için yapılmış olması ve savaş ganimeti olarak ele geçirilen 102 Osmanlı topunun namlularından oluşmasıdır. Bunlar İz- mail, Varna, Tulça, Silistre vb. kalelerinin alınmasından sonra ele geçen toplardır. Her granit kaidenin üzerinde namluları aşağıya bakan üçer top bulunmaktadır. Namlu gövdelerinde Osmanlı tuğraları ve bazılarının üzerinde "Allah'ın gazabı", "kafirlerin belası" ve "ölüm hediyesi" gibi ifadeler yer almaktadır.
3-Osmanlı Toplarından Basılan Rus Paraları
Kırım Yarımadası'nda bulunan Sivastopol şehrinin kenarındaki Hersonisos antik kentinde inşa edilmiş Aziz Nikolay Ki- lisesi'nin yakınında, Karadeniz'e nazır bir tepede yaklaşık 2,5 tonluk bir çan bulunmaktadır. Bu çanın özelliği savaş ganimeti olarak ele geçirilen Osmanlı toplarından dökülmüş olmasıdır ve bu bilgi çanın üzerinde belirtilmektedir.
OSMANLILARIN BAĞDAT'TAKİ VELÎ TOPU:
EBU HIZZÂME
Türk egemenliği ve kültürünün yüzyıllarca seçkin merkezlerinden olan Bağdat'ın 1638'de Osmanlılarca ikinci defa fethinin izleriyle 1916'daki Kût Zaferi'nin hatırasının yansımalarını da barındıran Sultan IV. Murad devri topları ve bunlar arasında, hâlen mevcut, bir büyük kuşatma topunun tarihsel geçmişiyle birlikte çevresinde gelişen inanış ve ritüeller üzerinde durulmuştur.
Osmanlıların Bağdat Kuşatmaları
Mezopotamya (Irmaklar Arası) denilen coğrafyaya gelişleriyle birlikte Türkler için önemli konumunu daima muhafaza eden Irak bölgesi, Şah İsmail'in 1508'de Bağdat'a hâkim olmasıyla Safevî egemenliğine geçmiştir. Daha sonra Kanunî Sultan Süleyman'ın altıncı sefer-i hümâyunu olan ilk doğu harekâtı (Irakeyn Seferi) sırasında 28 Kasım 1534'te ise Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Osmanlı idaresinde önemli bir idarî, askerî, ticarî, kültürel ve stratejik merkez haline gelen Bağdat'ta bazı ayaklanmalar dışında güvenlik ve huzur hakim olmuştu.
Sultan IV. Murad'ın Bağdat Kuşatması (1638)
Sultan IV. Murad (1623-1640), sayısına ilişkin mübalağalı rakamlar verilen ordusu, 24 balyemez/bedoloşka ve 200'den fazla şâhî darbzen topla ilk Şark seferini gerçekleştirmişti. Bu harekâtın hedefi olan Revan/Erivan şehri şiddetli top ateşi altında kuşatmaya onbir gün direnmesinin ardından 8 Ağustos 1635'te teslim alınmıştı.
Osmanlı Top Teknolojisi ve Bağdat'ın Topları
Osmanlıların yayılma ve sınırlarını genişletmelerindeki ana unsurlardan birinin ateşli silahların üretim ve kullanımı olduğu tarihte bulunan bir özelliktir. Top dökümcülüğü de Osmanlı savaş sanayiinde ulaşılan ve çağını aşan seviyesinin bariz göstergesi olmuştur. Topçuluk yalnızca metalürji, mühendislik, teknoloji gibi imalât aşamalarıyla değil estetik ve sanatsal nitelikleriyle de farklılaşan özgün ürünleriyle belirginleşen bir tarz meydana getirmiştir.
Topun konumu bir kaç defa değiştirilmiştir. İlk yerinden Bağdat'ın Rusâfe (Al-Adhamiya, şehrin doğu yakası) bölgesine taşınmıştır. Bu bölge 173 semte ayrılmış olan Bağdat'ın kuzeyinde Bâb Al-Sultan (Bâb Al-Ma'adhim) ile güneyde Bâb Al- Kulwatha (Bâb Al-Sharji) arasındadır. Irak Savunma Bakanlığı eski binasının bulunduğu Bağdat kalesinin karşında yer alan bölge şehrin kuzeyini korumak ve savunmak için yapılmış surun üzerindeki top nedeniyle "Top Semti" olarak adlandırılmıştır.
Fâtih, 1478'deki İşkodra (İskenderiye) muhasarasında kalenin yakınlarında kurulan seyyar tophânede 11 top döktürmüştür. İki haftalık çalışma sonucu hazırlanan 13 kantar gülle atan en büyük (uzun ve ağır) tunç top ta "Muham- med" adını taşımaktadır. Bu muazzam silahın tüm döküm masrafları Fâtih Sultan Mehmed'in eşlerinden Dulkadıroğlu Süleyman Bey'in kızı Mükerreme Hatun (Sitti Mükrime Hatun/Sitti Şah) tarafından karşılanmıştır.
Kitâbeler ve Sanatsal Özellikler
Kanunî Sultan Süleyman döneminden itibaren dökülen hemen hemen bütün Osmanlı toplarında iki kitâbe bulunmaktadır. Topun namlu ucu bölümünde dönemin padişahının adının zikredildiği ve öğüldüğü Türkçe veya Arapça da yazılabilen, kartuş içinde bir kitâbe mevcuttur.
Namlusunun konulduğu ve gövdesini oluşturan "kundak" topun taşınmasını kolaylaştırdığı gibi, iki yanındaki muylular yönünün ve yüksekliğinin ayarlanarak nişan alınması sağlamaktadır. İlk atıştan sonraki menzil düzenlemeleri de bunlar yardımıyla yapılmaktadır. Kundak ve araba ise kullanım kolaylığının yanı sıra atışlardaki sarsılma ve çarpmalara dayanıklı, topun ağırlığına uygun şekilde, çürüme ve yağmur gibi dış etkilere mukavim, sağlam ağaçlardan imâl edilmiştir.
Osmanlı Topları Kûtü'l-Amâre Kuşatmasında
Kûtü'l - Amâre, Kanunî Sultan Süleyman'ın Bağdat'ı fethiyle Osmanlı Devleti idaresine girmiş, bir dönem Safevîler tarafından ele geçirilmesinin ardından Sultan IV. Murad'ın Bağdat seferiyle birlikte yeniden Osmanlı toprağı olmuştur.
Özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren stratejik konumu nedeniyle kasabanın önemi artmıştır.
Beş aya yakın süren uzun kuşatma ve muharebeler 5 general, 481 subay ve 13.300 askerden oluşan İngiliz gücünün 29 Nisan 1916'da teslim olmasıyla sonuçlanmıştır. Kût Zaferi, hiç şüphesiz, insanlığın topyekûn girdiği ilk büyük savaşta tarihimize yazılan şanlı zafer ve övünç sayfalarından birisidir.
İngilizlerin Elindeki Abidevî Osmanlı Topu
İngilizlerin Irak harekâtının gerçekleştiren VI. Hint Tümeninin doktoru olan William C. Spackman anılarında 26 Eylül 1915'te Kut kasabasını işgal ettiklerinde ilk olarak Türk mevzilerinde gizlenmiş durumda "bir kaç eski tip ağızdan dolma top ile yanlarında yığınlar halinde gerçek demir gülleler" gördüğünde hayrete düştüğünü belirtmiştir. Doktorun 5 Aralık 1915' ten teslim oldukları 29 Nisan 1916'ya kadar Kûtü'l-Amâre'de kuşatıldıkları döneme ilişkin anılarında daha da ilginç satırlar yer almıştır. O, "çok eski ve bilinen bir havan" topundan söz ederek âbideyi andıran bu topu ilk defa Selman-ı Pâk'ta ele geçirip sahiplenmiş olduklarından hakkında bilgi sahibi olduğunu yazmıştır.
Osmanlıların topa verdikleri kıymetin anlaşılması için top döküm ocaklarının ateşinin yakımı sırasında Topçu Ocağı'nın görevlileri arasında bulunan duacının (duâ-gûy) duasına ve icra edilen törene bakmak bir fikir verebilecektir. Zaman zaman Padişah da dâhil olmak üzere devlet erkânının katıldığı, münec- cimbaşı tarafından saati belirlenen top döküm töreni önemli sayılan devlet faaliyetleri arasındadır. Topçular Kâtibi Abdül- kâdir, Sultan II. Osman'ın Hotin Seferi için imâl edilen iki yüz parça topun döküm merasimini ayrıntısıyla aktardığı gibi Evliya Çelebi de eserinde döküm törenine geniş bir şekilde yer vermiştir.
BÖLÜM 3 TARİHİMİZDE DÖKÜMCÜLÜK
EVLİYA ÇELEBİ’NİN KAYITLARINDAN
Evliya Çelebi, iyi bir eğitim almanın yanı sıra zamanının geçerli yabancı dilleri olan Arapça ve Farsça’yı öğrendikten sonra babasının komşusu kuyumcu Simyon’dan da Rumca öğrenmiş, bir miktar da Latince dersi görmüştür. Seyahatname de sık sık ifade ettiği gibi, Rum, Arap ve Acem’de, İsveç, Leh ve Çek’te, 7 iklim ve 18 padişahın olduğu yerlerde 51 yıl boyunca gezip dolaşmıştır. Bütün bu gezdiği coğrafyada 147 dilden kelimeler toplamıştır.
Evliya Çelebi'nin Tophane döküm atölyesini 1640 yıllarında ziyaret edip, bu metni yazdığı tahmin edilmektedir. Tophane Döküm atölyesinin ilk Osmanlı dökümhanesi olduğu bilinmektedir.
Tophane, Hristiyanlar zamanında ormanlık bir yerdi ve içinde İskender-i Rumî 'nin bir manastırı vardı. Fatih, fetihten sonra bu ormanlık içinde küçük ve faydalı bir tophane yaptırmıştır. Ondan sonra Bayezid-i Velî bu tophaneyi genişleterek odalar yaptırmıştır.
Süleyman Han topçulara ehemmiyet vererek Osmanlı ülkesinden ve diğer ülkelerden paralar vererek topçular getirdi ve ataları Mehmed Han ile Bayezid Han'ın yaptırdıkları Tophane'yi yıkarak yeni bir Tophane yaptırdı. Düşmanların eline geçen kaleleri kurtarmak için en mühim silah olan topların her çeşidi işte bu eski tophanede yapılır.
Top Dökümhanesi: Deniz kıyısından yüz adım içerde yüksek bir dağın eteğinde, etrafındaki duvarlar kale gibi sağlam olan bir kervansaraydır. Kuşatıldığı takdirde savaşa dayanıklı sağlam bir duvardır.
Tunç Fırını: Bu fırından dökümhanede iki tanedir. Dört tarafı ateş taşıdır. Çünkü başka taşın bu Nemrud ateşine dayanma gücü yoktur. Bu yeşil taş, adalardan çıkar. Ocağın altı boş, üzeri ise kubbedir.
Top Kalıbı Yerleri: Bu tunç kubbelerinin önündeki çukurlar içine, ağızları yukarı gelmek üzere, top kalıplarını yerleştirirler. Eğer dökülecek topun cinsi balyemez topu ise her ocağa yirmi kalıp koyarlar ki, bu yirmi top eder. Eğer kolomborne topu ise yirmi beşer kalıp, eğer şâhi topu ise yüzer kalıp, içine adam sığar şayka topları ise beşer kalıp koyarak ağızlarını Kağıthane balçığı ile sıvarlar.
OSMANLI’DA SEYYAR TOP DÖKÜMHANELERİ
Tarihi kayıtlara göre Osmanlılar’ın ilk toplarının Balkanlarda ele geçirilen dökümhanelerde döküldüğü ve bu ilk topların 1389 yılında gerçekleşen 1. Kosova Savaşı'nda kullanıldığı düşünülür. Ama Edirne'deki ilk tophanenin ne zaman kurulduğu bu kayıtlardan tespit edilemez. Ama tahminler buranın Sultan II. Murad zamanında faaliyete geçtiği şeklindedir. II. Murad devri aynı zamanda ilk seyyar dökümhane kullanılarak kale önünde top dökümünün gerçekleştiği devir olarak da bilinir. Bu teknik özellikle sarp yerlerde kurulan kalelerin kuşatması için kullanılmaya başlanmıştı. Bu devir aynı zamanda Topçu sınıfının da gelişmeye başladığı bir dönemdi.
DOĞU ANADOLU’DA BİR OSMANLI TOP
DÖKÜMHANESİ:
Osmanlı Devleti'nin İstanbul’un dışında Anadolu’da da top dökümhaneleri vardı. Bunlardan önemli biri de Erzurum Top- hanesi’dir. Bölgedeki idarî ve askerî yapılanmanın merkezi oluşunun yanı sıra, seferlerde ve civar kalelerin savunmasında kullanılan silah ve mühimmatın üretiminin ve muhafazasının merkezi de Erzurum'du. Bunda demir, güherçile, kükürt, bakır, kurşun gibi silah sanayinin önemli maden yataklarına yakınlığının etkisi büyüktü. Demir cevherinin yoğun olduğu Kiğı'da toplara ait demir güllelerle (yuvarlak), tüfek namlusu imaline mahsus demirin üretildiği Kiğı Dökümhanesi vardı. Burada üretilen gülle ve tüfek demirleri gerektiğinde kullanılmak üzere civar kalelere ve büyük oranda Erzurum'a gönderiliyordu.
Erzurum Tophanesi'nin Kuruluşu ve Top Döküm Faaliyetleri
Osmanlılar, seferler sırasında kurdukları seyyar top dökümhanelerinin yanı sıra eyalet merkezlerinde ve maden yataklarına yakın mahallerde top dökümhaneleri kurmuşlardı.
Bu dökümhanelerden biri de Erzurum Eyaleti'nin merkezinde inşa edilen Erzurum Tophanesi'dir. Tam olarak şehrin neresinde ve ne zaman tesis edildiği bilinmeyen tophane hakkında Osmanlı arşiv vesikalarına yansıyan ilk bilgi 1576 yılına tesadüf eder. 3 Mayıs 1576 tarihli Erzurum Beylerbeyine gönderilen hükümde, yağmur ve kar yağışı nedeniyle tahrip olarak kullanılamayacak duruma gelen taş ve topraktan yapılmış tophanenin tamamen yıkılarak, yerine kârgîrden yeni bir tophane inşa edilmesi emredilmektedir.
Erzurum’da Türk Tophanesi
Mehmed Paşa, seferde kullanılmak üzere Erzurum Tophanesi yapımı 5'i 14 kıyye (18 kg) gülle atar (bacaluşka), 2'si kolonborna toplam 7 topu ise Erzurum Kalesi'nden temin etmiştir. . 1725 yılında Revan'da tekrar Osmanlı hâkimiyetini sağlamak üzere gerçekleştirilen seferde kullanılacak 30 kal'a-kub/balyemez top Erzurum Tophanesi'nde hazırlanmıştır. 1730-1732 yılları arasındaki Osmanlı-İran Savaşlarında kullanılan 3, 5 ve 7 kıyye (3,8, 6,5 ve 9 kg) ağırlığında gülle atar 70 top Erzurum Tophanesi'nde dökülmüştür.
Erzurum Tophane Personeli
Tophanenin üretim safrasında görev alan personele bakacak olursak, top dökümünü gerçekleştirecek ustalar (rihtegân) İstanbul'dan geliyordu. Bunda güdülen amaç, dökülecek topların mümkün olduğunca Tophâne-i Âmire'de üretilen toplara mutabık olması, yani standardizasyon meselesiydi. Top dökümünün yapılacağı zamanlarda Tophâne-i Âmire personelinden bir baş usta (ser halife) ve iki top döküm ustası (üstâd) gemiyle Trabzon'a varıyor, oradan kara yoluyla Erzurum'a gidiyordu.
Sonuç
Kuruluşunu Kanunî Sultan Süleyman'ın Irakeyn Seferi sırasında Erzurum'a gelişiyle tarihlemek mümkün olan Erzurum Tophanesi, ilk başlarda küçük çaplı kuşatma toplarının döküldüğü ve aynı zamanda bunların muhafaza edildiği bir yer olarak inşa edilmişti. Yaklaşık yüz yıl sonra IV. Murad, Revan Seferi sırasında mevcut tophanenin büyük çaplı toplar dökülebilecek kapasitede olmadığını görmüş ve Çifte Minareli Medrese'nin balyemez türü topların da dökülebileceği bir tophaneye dönüştürülmesini emretmişti. Çifte Minareli Medrese, bu tarihten itibaren geçirdiği tamirler ve yapılan ilave binalarla tophane olarak hizmet vermeye başladı.
TOP DÖKÜM SANAYİSİNİN AYAK İZİ:
USULÜ'S-SİYAGA
Hoca İshak'ın Top Döküm Usulleri Kitabı
Osmanlı tarihinde topların önemli bir yeri olmasına rağmen, bu konu ile ilgili çok esere rastlanmamaktadır. Oysa. 14. ve 16. yüzyıllarda Osmanlı tarihinde top teknolojisinin önemi çok büyüktü. Belki de o zamanlar çok gizli tutulan bu üretimin yazılı bir şekilde aktarılması istenmemişti.
Avrupa'da top dökümü konusunda yazılan eserlerden en çok dikkat çekeni 1751 ve 1777 yıllarında Amsterdam ve Paris'te yayınlanan Encyclopedie ou dictionnarie raisonne des sciences des arts et des metiers adlı eserdir. D. Diderot ve J. le R. d'Alem- bert tarafından yazılan bu eser 17 esas ve 4 ek ciltten oluşmaktaydı. Bu eser dilimize Baş Hoca İshak Efendi tarafından Usu- lü's-Siyaga adıyla kazandırılmıştı. 19. yüzyıl başlarında, Batı 'da sanayi devriminin en güçlü olduğu ve döküm sanayisinin, büyük bir hızla geliştiği dönemler yaşanmaktaydı. 18. yüzyılın ilk yarısından itibaren açılmaya başlayan mühendishanelerin de kurulmasıyla birlikte okutulacak ders kitapları ihtiyacını da ortaya çıkarmıştı. İşte bu dönemde, Tophane'nin de geliştirilmesine katkıda bulunduğu bilinen bu kitapla karşılaşılır.
Osmanlı devleti döneminde birçok değişik ürünün hayata geçirilmesinde kullanılan dökümcülüğün en önemli alanının genel olarak ateşli silahlar, top ve gülle üretimi üzerine yoğunlaştırılmış bulunduğu anlaşılmaktadır. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, bu konudaki belgeler, henüz yeterince gün ışığına aktarılamamıştır.
17. yüzyılın sonlarında "Tophane'i Amire"de donanma gemileri ve kalyonların toplarının dökülmesi için gereken bakır madeni, Gümüşhane'den Trabzon'a getirilip, oradan da deniz yoluyla İstanbul'a taşınıyordu. Kürekle hareket eden bu teknelere karşılık, 1644 yılından sonra inşa edilen yelkenli gemiler arasında yer alan kalyonlarda ise, boylarına bağlı olarak 58-80 veya 80-112 adet top bulunmaktaydı. Böyle bir kalyonun mürettebatı da 418-1000 kişi arasında değişmekteydi.
Osmanlı Döküm Sanayisinin Dev Boyutlu Kuruluşu:
Tophane
Tophane, gerçekte Osmanlı savaş sanayisinin merkezi durumundaydı. 19. yüzyılda bile çok büyük bir organizasyon olarak önem taşıyan Tophane, birçok sanayi ve eğitim kurumunu da içinde toplamaktaydı. Tophane, İstanbul'un alınmasından kısa bir süre sonra yapılmıştır ve 1456-1470 yılları arasında yazılmış olan Fatih Vakfiyesi’nde, Galata Surları’nın adı geçen bölgesindeki kapısına "Tophane Kapısı" denilmesi de bunu açıkça göstermektedir. Fatih döneminde kurulmuş olan Tophane'nin, II. Bayezid (1481-1512) döneminde yeni ihtiyaçlara göre genişletilmesi düşünülürken, bir sabah düşen yıldırımla barutlar tutuşmuş ve yangın çıkmıştır. Daha sonra yeniden genişletilerek onarılan Tophane ile birlikte, Belgrat ve Budin gibi kalelerde de yeni tophanelerin yapılmış olduğu bilinmektedir.
Öyleyse nedir ocak? Sevgi halkası, hane(dan) simya, kimya, metal, bilgelik, bilim, teknolojide nihai nokta, silsile, düşünce okulu, mektep, ekol demektir. Ocak'ı gündeme almayı mecbur kılan bir silsile çıkar mı aramızdan? Hayatımızın odağına yerleşen bir ocak, mehdiden daha çok beklenendir. Çünkü geleceğin inşası bizim çabamıza, çalışmamıza, düşüncelerimize bağlıdır.
İSLAM ÖNCESİ DEVİRLERDE
TÜRKLERDE MADENCİLİK
Tarihin en eski devirlerinden beri takip etmekteyiz ki; Türk- ler maden istihsali ve işlemeciliğinde uzman madencilerdi. Türk, Çin, Arap tarih ve coğrafya kaynaklarının hemen hemen hepsinde Türklerin atalarının demirciliklerine değinilmiştir. Bu kaynakların yanında Türklerin yaşadıkları ve yayıldıkları yerlerde bıraktıkları, ortaya koydukları eserler de maden işçiliğindeki uzmanlıklarını kanıtlar niteliktedir.
Türklerin madencilikte bu kadar uzman olmalarındaki en önemli etken; tabi ki; kültürlerinin şekillendiği, yaşadıkları ve yayıldıkları bölgelerde önemli maden zenginliklerinin bulunması olmuştur.
OSMANLI’DA DEMİR ÜRETİM MERKEZLERİ
İslam tarihi boyunca Şam çeliği diye ünlü olan çelik türünün Osmanlı endüstrisi içindeki yeri de yine az bilinen konulardan biridir. Osmanlı yönetimi tüm demir üretimi türlerine uyguladığı sıkı denetimi çok kaliteli bir çelik olan ve bu nedenle de yalnızca kılıç vs. gibi kesici savaş aletlerinin yapımında kullanılan Şam çeliğinden bir kılıç veya kama resmi bu malzemenin üzerinde de güçlü biçimde uygulamıştır.
Osmanlı döneminde Anadolu'nun en önemli ikinci demir üretim merkezi Bilecik'ti. Buraya ilişkin en eski belge 1551 yılında yayınlanan bir hükümdür.