Çağ Değiştiren Toplar: Özet

18.08.2023
Çağ Değiştiren Toplar: Özet

Torino’da bir açık hava müzesinde ‘İstanbul’un fethinde kullanılan Top’ açıklaması ile karşılaşan yazarımızın ülkemiz adına hayıflanmasıyla beraber fetihte kullanılan topların o zaman hangi koşullarda nasıl imal edildiği konusu zihnini kurcalarken; bir gün İstanbul’un fethi hakkında yazılmış bir kitapla da karşılaşmasıyla ve bu kitapta ‘şahi’ toplarının nasıl yapıldığına rastlamasıyla zaten var olan merakının perçinlenmesi üzerine yazarımız araştırmalara başlamıştır.

Osmanlı’nın döktürdüğü topların dökümde hangi malzeme ve teçhizatı kullandığı, o zamanın şartlarında dökümün nasıl yapıldığı, hangi yöntemlerin kullanıldığı gibi araştırma konularını esas alan yazarımız Osmanlı’nın döküm sanayisinden de bir perspektif sunmaktadır.

Yazarımıza göre metalürji biliminin tarihi çoğu zaman askeri tarih ile paralel gider; askeri tarihte, bakır ve çelik dökümü, kılıç, top gibi çeşitli silahların malzeme seçimi ve malzemelerin iyileştirilmesi, üretim tekniklerinin geliştirilmesi gibi konulardaki gelişmeler her zaman çok çarpıcıdır ve insanlığın gelişiminde önemli etkileri vardır.

BÖLÜM 1 FETİH

Fatih ve İnovasyon bölümümüzde; çok farklı ve üstün özellikleriyle bilinen Fatih Sultan Mehmet’in kültürlü ve estetik vizyonu ona her alanda özellikle sanatta ve mimaride inovatif bir bakış açısı kazandırmıştır.

Fetihin neden gerekli olduğunu anlatan satırlarda ise; İstabul’un stratejik olarak çok önemli bir bölgede yer alması, Coğrafi konumu sebebiyle yüzyıllarca siyasi, askeri ve ticari açıdan önem taşıması vurgulanmıştır.

Fetih Hazırlıkları, Fetih ve İnovatif Öğeler; Fatih, İstanbul’a girişilecek fetih harekatı sırasında Bizans’a yardım etmesi muhtemel tüm devletlerle birer barış anlaşması imzalamıştır. Bu esnada öncelikle maliyeti düzenlemiş, fetih hazırlıkları için gerekli kaynağı sağlamıştı. Askeri hazırlıklar ise kara ve deniz kuvvetleri olarak kendini göstermiştir. Top güllesinin su üzerinde sektirilmesiyle yapılan atışta boğazdan geçmeye çalışan Antonio Rizo adlı kaptanın gemisini batırarak İstanbul Boğazının hakimiyetini tamamen ele geçirmiştir.

Yeni çağ topçuluğu ise; askeri anlamda topçuluğun ve top teknolojisinin tarihidir. Aslında XIII.yy’dan beri top vardı; fakat yeniçağı doğuracak silahlar değildi. Bu konuda yenilikler; yatay yollu ve dikey yollu atışlar şeklindedir ve bu yöntemler bugünkü top teknolojisinin temelini oluşturur. Fatih, darbzen türü yatay yollu atış yapan top teknolojisini ’Şahi’ adını verdiği büyük bir top çeşidi ile görülmemiş büyüklükte tesire sebep olacak seviyeye ulaştırdı. Fatih’in ikinci teknik harikası, dikey yollu atış prensibi ile çalışan havan topunun atış kabiliyetini arttırmasıydı. İnovatif anlamda yaptığı yeniliklerden birisi ise; hafif ve ağır topçuluğun bir arada kullanılmasıdır.

Fetih Sonrası İstanbul; Fatih hemen sanat, eğitim ticaret, zenaat ve iskan alanlarında çok yönlü ve hızlı bir şehirleşme kampanyası başlatmış fetih sırasında azalan nüfusun artmasını sağlamıştır.

Top dökümcüsü Urban ve Diğerleri; Osmanlı Devleti’nin15.yy’dan başlayarak üretip kullandığı toplar günümüzde dünyanın çeşitli ülkelerinde özellikle avrupadaki müzelerde sergilenmiştir. Bazı belgelerde ise; I.Murad, Yıldırım Bayezid, II. Murad dönemlerinde, fetih edilebilecek kaleler karşısında seyyar dökümhaneler bile kurulup top dökümü yaptığı bahsedilmektedir.

İstanbul’un fethi sırasında Osmanlı’nın elinde iki yüze yakın top vardı. Fatih, güçlü toplar döktürülmesinin peşindeydi.

Bizans İmparatorluğuna yardım için Macaristan’dan gelen Urban, diğer top dökümcülerin yanında hizmete alındı. Urban gibi topçu başı saruca ve onun gibi başka ustalar da büyük toplar yapmışlardır.

Urban’ın yaptığı topun ‘ neredeyse tek başına fethi gerçekleştirdiğini ve fetihte topun büyük bir rol oynadığını’ belirtilir. Urban’ın topunun ne kadar atış yaptığı konusu da tartışılmıştır. Urban’nın topunun çatlamaması için üzerine zeytinyağı döktüğünden bahsedilmektedir.

Bir yandan da, İstanbul’un fethi gerçekleşene kadar olayları günü gününe izleyip notlar alan İtalyan asıllı doktor Nicolo Barbaro’nun kaynaklarına göre, bugünkü Topkapı Sarayı kapısı önüne yerleştirilen en büyük top 1200 librelik gülle atan Urban’ın topunun kuşatmanın sonuna kadar kullanıldığını ve özellikle 29 Mayıs günü etkili olduğunu belirtmektedir.

İstanbul’un fethinden sonra yazılan şehrin semtlerini anlatan bir defterde ‘Topçu Urban Evleri’ mahallesine rastlanması Urban’ın öldükten sonra da yaşadığına işaret ettiği belirtilmiştir.

‘14.yy’dan 16.yy’a kadar Osmanlı Devleti’nde Tımar’ adlı eserde ise; Urban’ın yaptığı hizmetlerden  dolayı kendisine bir tımar verildiğinden bahsedilmektedir.

Bir Yabancı Gözüyle Fetih: Surlar ve Toplar

Osmanlıların toplar ile ne zaman karşılaştığı tam olarak bilinmiyor. Barutlu silahların tahminen 1400 yılı civarındaBalkanlar üzerinden girdiği düşünülüyor. 1420 ‘lere bakıldığında topçu birliklerinin savaşlara katkısının hala çok düşük düzeyde olduğu görülüyor. 1446 yılının Aralık ayında Murad, uzun menzilli top gülleleriyle sura saldırdı ve beş günde yardı.

Bu olayların akabinde Osmanlılar, topçuluk konusundaki bilgilerini derinleştirmiş ve bnu top mermisi yapımının  ve patlayıcıların evrim geçirdiği kritik bir zaman diliminde yapmışlardı.

1420 ‘li yıllarda tüm Avrupa’da barut yapımı konusunda barutun verimliliğini ve kararlılığını temelden arttırıcı bir gelişme oldu. O zamana kadar yapılan işlem,karışımın içerdiği, kükürt, güherçile ve odun kömürü gibi maddeleri farklı varillerde taşımak ve sahada karıştırmaktı. Bu tozun yanması yavaş nemlenmesi hızlı idi.1 15.yy ın başlarında macun kıvamına getirildi. Çalışmalar sonucunda ‘ Salamura’ denilen bu toz daha yanıcı ve neme % 30 daha dayanıklı idi.

Ayrıca o dönem boyu 5 metreyi bulan 340 kg dan daha ağır gülleleri fırlatma kapasitesine sahip olan dev kuşatma topları ortaya çıkmaya başlamıştı.

Gülle çapına ve namlunun boyutlarına uygun hale getirilmiş uygun ağırlıktaki taşın barut miktarının, yavaş hareket eden topun istenilen hedefe varmasına yetecek miktarda olması gerekiyordu.

Bu arada içten ve dıştan ateş tuğlalarıyla çevrelenmiş ve büyük taşlarla güçlendirilmiş ve 1000 derece sıcaklığa iki ocak Orban tarafından inşa edildi ve bunların dışını “ ağzı dışında her şeyi saklayacak derinlikteki” odun kömürü yığını ile çevreledi.

Ocak 1453’te topa önce barut yerleştirildi, dev mermi güllesi namlunun ağzına zorlukla sürüklendi. Yakılmış bir fitil temas deliğine yerleştirildi. Dehşet verici gülle açık arazide yaklaşık 1.5 km boyunca uçtu. Patlama 15 km uzaktan duyulabiliyordu. Bu silahın kullanımının faydasının yanında psikolojik faydasıda olacaktı.

 

Dardanel Topu

Fatih Sultan Mehmed'in döktürdüğü büyüleyici güzellikte­ki şahi toplardan günümüze kadar erişmiş olanlardan biriydi. Üzerinde bulunan kitabeye göre, Receb 868 (Mart 1464) yılında Ali adlı bir usta tarafından dökülmüş olduğunu anlıyo­ruz. 63 santim çapında, 5,25 metre bo­yunda 8 ton ağırlığında doğmuş ve 300 kiloluk taş gülle atabiliyormuş. Halen İngiltere Portsmouth şehri Ford Nelson Müzesi’nde ser­gileniyor.

 

İki Parçalı Dardanel Topunun Doğumu

Bu şahane iki parçalı top İstanbul'un fethinden sonra kuru­lan Tophane-i Amire'de dökülen ilk toplardan. Yani doğum yeri İstanbul, Tophane-i Amire.

Çağına göre çok önemli mühendislik bilgileri neticesinde or­taya çıkan yenilik ve buluşları taşıyan bir toptu. İki parçalı olarak tasarlanmıştı. Bu tasarım onun kullanılacağı yere iki parça ola­rak kolaylıkla götürülmesini ve orada ortasından birbirine vida­lanarak kullanılmasını sağlıyordu. Parçanın biri kuyruk kısmı, diğeri de güllenin atıldığı namlu idi. Topun dış yüzeyinde dö­küm ile birlikte çıkan destek çemberleri vardı. Kovan tarafında ise beş adet ince takviye çemberi vardı. Topun toplam uzunluğu 5 metreyi geçiyordu. Toplam 8 ton ağırlıkta idi. Gülle ağırlığı 300 kiloya yakındı.

Dardanel Topunun Yolculuğu:

1807 yılında Çanakkale Boğazı'nı geçmeye çalışan İngiliz John Ducks Worth'un kumandasındaki donanmaya ait altı adet gemiyi batıran toptu. 1856 yılında Kırım savaşı nedeniyle Çanakkale'ye gelen İn­giliz General J.H.Lefroy bu topa hayran kalmıştı.

Tarih onu 343 yıl sonra Çanakkale'de Kilitbahir ka­lesinde farketmişti. Osmanlıların yapmış olduğu en eski toplardan biriydi. Yıllar sonra bu top Sultan Abdülaziz'in İngiltere gezisi sıra­sında Kraliçe Queen Victoria'ya hediye edilmişti.

 Bu güzel eserin tarihte izini sürmek için esas olarak üç maka­le değerlendirildi.

1. J. Henry Lefroy'un 1868 tarihli makalesi

  1. Mehmed'in Muhteşem Topu

"The Archaeological Journal" de yayınlanmıştı. "II. Mehmed'in Muhteşem Topu - The Great Cannon of Muhammad II." başlığıyla çı­kan makalesinde şöyle bir giriş yapmıştı: “Çanakkale'nin muhteşem topu seyyahların ve erken dönemlerden beri topçulukla ilgilenen uzmanların merak ve ilgi konusu olmuştur. Dört asır boyunca kullanılmış ve hala kullanılmakta olan bu toplar ka­dar etkili silah örneği yoktur. Bu toplar Osmanlı soyunun, hiçbir ordu­nun yarışamadığı eski gücünün ve enerjisinin kanıtıdır.”

Lefroy devam eder: "Topun namlu ucundan başlayarak dikine döküldüğü ve kuyruk tarafında bir çıkıntı olduğundan bahseder. Muhtemelen sıvı metal döküldükten sonra halen sıcakken çekilme boşluklarının dolması için kalıbın burası baltalarla yontularak bura­dan ilave sıvı metal verildiği düşünülebilir. Eksen işaretleri düzdür; benzer izler, kuyruk kısmının kare olarak kesildiği diğer erken dönem toplarda da görülebilir

  1. Ffoulkes’in 1929 tarihli makalesi

Ffoulkes[1] makalesine şöyle başlar: "Kritoboulos'un onbeşinci yüzyıl elyazması Imbros'unda, (Dr. Dethier tarafından Fransızca'ya çevrilmiş) Konstantinopolis kuşatmasını planlarken II.Mehmed'in bronz döküm ustası Orhan'a veya hain bir Macar olan Urban'a var olanlardan daha güçlü toplar üretmesini emrettiğini öğreniyoruz. Bunlar Edirne'de yapılmış gibi görünüyor ve izlenen döküm prose­dürü hakkında ilginç ayrıntılar veriliyor. En saf kilden bir model hazır­landı, birkaç gün yoğurularak plastik hale getirildi ve sert ve katı bir kütle haline getirmek için kenevir, keten ve paçavralarla karıştırıldı. Kalıp ile çekirdek arasında bir boşluk bırakarak bir kalıp oluşturuldu. Kalıbın dışı demir ve ahşap ile güçlendirildi. Ve büyük bir dağda, kalı­bın üstüne toprak ve taşlar yığarak bir döküm platformu yapıldı. Ve yi­ne buraya kalıbın üstünden onun sağına ve soluna denk gelecek şekilde tuğlalarla kaplı kuleye benzer iki ocak yapıldı. Ocakların dışı da taşlar ile güçlendirildi. Ve ocaklar hazır olduğunda, bronz parçalar ve kalay atılmaya başlanarak ergitme safrasına geçildi.”

3. Williams - Paterson Makalesi

İki parçalı bu muhteşem top için 1986 yılında yazılan ma­kalede A.R. Williams ve A.J.R. Paterson üçüncü ve son topu tek­nik özellikleri açısından değerlendirmeye çalışmışlardır. Amaç­ları Şahi Topu'nun teknik özelliklerinde o zamanlarda üretilen diğer toplara göre farklılıkları tespit etmekti.

Yazı şöyle başlar: “Türk fetihlerinin azalmasıyla birlikte büyük toplar Çanakkale Boğazı'nın kıyılarının korunması gibi daha savun­maya dönük amaçlı kullanılmaya başlandı. 17. ve 18. yüzyıl gezginleri bunlardan en az kırkının hisar ve kalelerde Boğazlar'ı savunmak ama­cıyla kullanıldığını, birinin iki parçalı ve 7 metre uzunluğunda oldu­ğunu ve bir başkasının daha da büyük olduğunu anlatmıştır. Bu topla­rın son ciddi ateşlenmesi 1807'de Britanya savaş gemilerinden oluşan bir filonun saldırısının bertaraf edilmesi sırasında olmuştur. Diğer ta­raftan, Kırım Savaşı Britanya ve Osmanlı Türkleri'ni müttefik duru­muna getirmişti. O nedenle Çanakkale Boğazı'ndaki büyük toplardan biri Kraliçe Victoria'ya sunuldu. Lefroy, 65 cm namlu çaplı iki parçalı topu özellikle talep etmişti. O yıllara ulaşan Osmanlı toplarının sayısı on sekiz adet idi. Bir tanesi 1458 tarihli olmak üzere üç adet benzer top da hurda elde etmek amacıyla yeni parçalanmıştı. Lefroy bu topların boyutlarını ve künyelerini listelemişti. Namlu çapları 50 ila 75 cm idi ve 200 ila 565 kg ağırlığında taş gülleler fırlatıyorlardı. 20. yüzyılın başında bu topların sekizi hala mevcuttu, ama 1919 yılı itibarıyla bun­lardan yalnızca iki adet kalmıştı. İkisi de tek parçaydı yani ağızdan dol­ma idi.”

FATİH ve İNOVASYON

İstanbul'un fethiyle Fatih yani feth eden, büyük ve önemli bir iş bitiren kimse ünvanını alan Sultan II. Mehmed'in döne­minde Osmanlı, yükseliş dönemine girmiş ve bir cihan impara­torluğu olmuştur. Çok farklı ve üstün özellikleriyle bilinen Fa­tih'in çok kültürlü ve estetik vizyonu ona her alanda özellikle de sanatta ve mimaride inovatif bir bakış açısı kazandırmıştır.

gibi Fatih Dönemi günümüz tabiriy­le Osmanlı'nın "inovasyon dönemi"dir. Belirtmekte fayda var ki bu inovasyonu gerçekleştirecek "Cihan Padişahı"nın arka pla­nında büyük bir entellektüel birikim vardı.

 

Fetih Neden Gerekliydi?

İstanbul, stratejik olarak çok önemli bir bölgede yer alıyor­du. Coğrafî konumu gereği yüzyıllarca siyasi, askeri ve ticari açıdan hep önem taşımıştı. İki kadim kıtanın birleşme nok­tasında olan İstanbul, iki kara ile iki denizi kontrol eden Mar­mara Denizi ile İstanbul Boğazı arasında kalan Haliç'in ortadan ikiye ayırdığı stratejik önemi büyük tarihi yarımadada yer alıyordu. Jeopolitik olarak Osmanlı'nın Anadolu ve Rumeli top­raklarının ortasında kalan İstanbul, Osmanlı topraklarının birbiriyle ilişkisini kesen ve geçişlere engel olan bir konumdaydı. Anadolu ve Balkanların önemli bir kısmını fethetmiş olan Osmanlı için Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkentini ele ge­çirmek artık bir zorunluluk halini almıştı.

Öte yandan İstanbul'u fethetmek her ne kadar stratejik ola­rak çok önemliyse de ondan daha da önemli olan Peygamber efendimizin "Kostantiniyye (İstanbul) mutlaka fethedilecektir. Orayı fetheden emir ne güzel emir, o ordu ne güzel ordudur" müj­desine nail olma arzusuydu.

 

Fetih Hazırlıkları, Fetih ve İnovatif Öğeler

Genç hükümdar tahta oturduktan sonra öncelikli olarak merkezdeki idarî problemleri halletmiştir. Bunu yaparken anî ve fevrî bir harekete girişmemiş, fetih fikri­nin karşısında olan Çandarlı Halil Paşa'yı görevden almamış, onu yavaş yavaş etkisizleştirmiş fakat bu yaşlı veziriazamı ye­rinde tutarak onun diplomasi sahasındaki tecrübesinden istifa­de etmişti.

İkinci olarak Fatih, İstanbul'a karşı girişilecek bir fetih hare­kâtı sırasında Bizans'a yardım etmesi muhtemel tüm devletlerle birer barış anlaşması imzalamıştır. Böylelikle İstanbul'un fethi sırasında Bizans'a yapılması muhtemel yardımların önü diplo­masi yoluyla kesilmeye çalışılmıştır. Diğer taraftan kuzeyden gelecek herhangi bir yardımı da Rumeli Hisarı ile tedbiren ka­patmıştı.

 

Fetih Sonrası İstanbul

Fatih, hemen eğitim, ticaret, sanat, zenaat ve iskan alanlarında çok yönlü, hızlı ve planlı bir şehirleşme kampanyası başlatmış, fetih sırasında nüfusu 30-40 bin olan şehir 1478 yılında gerçek­leşen sayıma göre 80 bin civarına ulaşmıştı. Fetihten önce nere­deyse şehir olma özelliğini kaybeden İstanbul artık bir cazibe merkezi idi. Fatih'in başlattığı imar hareketi ondan sonra gelen her padişah tarafından dönemin şartlarına göre devam ettirilmiş ve İstanbul her alanda günden güne daha da gelişerek dünyanın en muhteşem şehri olmuştur.

Fatih Sultan Mehmed’in Kişiliği

Fatih Sultan Mehmed dönemin en iyi alimlerinden iyi bir eğitim almış, yüksek bir terbiye görmüştü. Büyük bir komutan, eşsiz bir diplomat, çağının önemli bir hukuk insanı, inovatif bir mühendis, hülasa büyük bir deha idi. Arapça ve Farsçayı iyi de­recede bilen Rum, Latin ve İbrani dillerine de vakıf olan Cihan Padişahı, dini, sosyal ve pozitif bilimlerde yüksek eğitim almıştı. Şahsi kütüphanesinde o zamana kadar yazılmış bütün önemli ilmî eserler mevcuttu, devrinin en büyük şairleriyle yarışacak kadar şiir sanatına ve yüksek sanat kültürüne sahipti. Fatih Sultan Mehmed'in inovatif kişiliğe sahip olduğunun bir başka örneği kendi kaftanlarının çizimini yapmasıdır.

19 yaşında tahta çıkan genç hükümdar 21 yaşında İstanbul'u fethetmiştir. 3 Mayıs 1481 tarihinde henüz daha 49 yaşında iken Hünkar Çayırı'nda vefat eden Fatih, İstanbul'un fethiyle tarihe çağ açıp çağ kapatan büyük hükümdar olarak adını yazdırmış, bugün dahi örnek olma vasfını muhafaza ederek günümüze ışık tut­maya devam etmektedir.

BÖLÜM 2 TOPLAR

AKDENİZ'DE OSMANLI HAKİMİYETİNİ YENİDEN
BAŞLATAN TOP:

BABA MERZUK

On iki ton ağırlığında, yedi metre uzunluğunda ve beş kilometre menzilli bir toptu. 1542 yılında Barbaros Hayrettin Paşa'nın oğlu Ha- san tarafından döktürülmüştü. Bugünün standartlarında bile devasa ölçüde sayılabilecek bu top, asırlarca Cezayirliler tarafından Ceza­yir'in koruyucusu olarak görülmüştü.

Halen Brest şehrinde 'La Consulaire' (Büyükelçi) adıyla sergilemekteler. Topu dikine koyup ağzını kapatmışlar­dı. Hatta en üste Fransa'nın sembolü olan bir horoz heykeli koy­muş olsalar da Cezayirliler için bu topun manevi anlamı hiçbir zaman unutulmamıştı.

KÂBE’DEKİ OSMANLI TOPLARI

1. Osmanlılar ve Mekke

1517 yılında Hicaz ve bölgesinin ve İslam’ın kutsal şehirleri­nin Osmanlı hâkimiyetine geçmesi Osmanlı sultanlarına ağır bir yük de getirmiş ve hac ibadetinin kazasız, belasız yerine getiril­mesi sultanların öncelikli görevleri arasına girmiştir. Hac yolun­da güvenliğin yanı sıra Mekke ve Medine’de olay çıkmaması için Osmanlılar görünür ve görünmez tedbirler almışlardır.

 

2.Mekke ve Kâbe Tasvirleri

Uppsala Üniversitesindeki tablonun önemi islam dininin kutsal mekânları Kâbe ve Mekke şehrinin asırlar boyunca tasvir­leri yapılmıştır. Bu tasvirler çeşitli malzeme üzerine işlenmişler­dir.

 

3. Kâbe’de Toplar Hayal mi Gerçek mi?

Resimde Mescid-i Haram’ın içine dikkatlice bakılınca Kâ- be’deki tavaf alanını çevreleyen direkler görünür. Dikkatlice ba­kınca bu direklerin normal bir sütun direk değil topların boyun ve ağızlarından oluştuğu anlaşılır.

 

4. Evliya Çelebi ve Kâbe’deki Toplar

Evliya Çelebi’nin anlattığına göre Kâbe’nin içinde 41 adet tunç top bulunmaktaymış. Ve Bunları Hadım Süleyman Paşa Hindistan Seferi’nden döndükten sonra Kâbe’ye bırakmış. Zikredilen kırk bir parça tunç topları hâzır cebehâne bu­lunması için Beyt-i Şerîfin dört tarafına süs için sıralı olarak dizmiştir.

 

5. Ali Bey Abbasi’nin Anlatımıyla Kâbe’deki Toplar

Kâbe’deki topların izini sürerken 1807 yılında Kâbe’yi ziya­ret eden bir İspanyol seyyahın Ali Bey Abbasi adıyla meşhur olan Domingo Francisco Jorge Bad^a y Leblich hatıraları önümü­ze çıktı. 1807 yılında Müslüman kılığına girerek Mekke’ye seyahat etmiştir. Burada gördüklerini seyahatnamesinde yaz­mış ve aynı zamanda Kâbe’nin ilk ilmî çizimlerini de yayımla­mıştır.

6.  Hollanda Leiden Üniversitesi Kâbe Fotoğrafları

Leiden Üniversitesindeki Kâbe’yi 6 yönden gösteren 1886­1888 yıllarında çekilmiş bir fotoğraf bulduk. Bu fotoğrafta seyir­ci Kabe’yi tavaf eder gibi 6 taraftan görme imkânına kavuşuyor. Fotoğraftan Kâbe’deki topları ve sayılarını tespit edebiliyoruz. Bu fotoğrafta tavaf alanını çevreleyen topların 31 adet olduğunu görebiliyoruz.

  1. 20. Yüzyıl Kâbe Resimleri

Kâbe’nin topları yirminci yüzyılda da Kâbe’yi ve tavaf alanı­nı korumaya devam ettiler.

Temmuz 1953 yılında National Geographic Dergisi hacca giden ve burada renkli fotoğraf çekmesine izin verilen Abdul Ghafur Sheikh adlı bir Müslümanın fotoğraflarını yayımladı.

Kâbe’nin ilk renkli fotoğrafları olarak 60 sayfalık bir röpor­tajda bizi ilgilendiren fotoğraf 28. ve 29. sayfada Kâbe’yi ve tavaf alanını gösteren fotoğraftır.

8.Sonuç Olarak

Bu araştırmada ortaya koyduğumuz üzere, Kâbe’de bulu­nan topların savaş ve ateş fonksiyonları dışında tavaf alanının sınırlarına konduğu ve buranın ışıklandırılmasında kullanıldığı anlaşılmaktadır.

 

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN TARAFINDAN AÇE
SULTANLIĞINA GÖNDERİLEN TOPLAR

Açe Sultanlığı’nda Türk Topları ve Topçuları

Hollanda’nın sömür­gesi olan Endonezya’dan getirdiği savaş ganimetleri müze hâline getirilen birkaç odada sergilenmeye başlanmıştır. Bronbeek Müzesi’nde de Endonezya’nın Açe bölgesinde devam eden 1875 yılı savaşında bulunan bazı toplarda sergilenmekte­dir. Bu toplar Osmanlı topları olarak bilinmektedir.

Topların Tarihçeleri

Osmanlılarla Açeliler arasında 1540 yılından önce münase­betleri olduğunu biliyoruz.

Mendes Pinto’nun Olağanüstü Seyahat adlı eserinde (s. 19) şunu okuyoruz:

Açeliler yardım olarak Batakslara karşı savaşlarında 300 Türk askerine güveniyorlardı. Bunlar Mekke’den 4 gemiye bindirilerek geti­rilmişlerdir. Bu gemilerin içinde birçok ateşli silah ve demirden ve tunçtan toplarda bulunmaktaydı.” Böylece Açe ile Osmanlı Devleti arasındaki ilk ittifak gerçekleşir ve ilk toplar da bu dönemde gel­miş olmalı.

 

RUSYA’DAKİ OSMANLI TOPLARI

  1. St. Petersburg’taki Anıt

Bizim 93 Harbi olarak andığımız 1877-1878 Rus-Türk Sava- şı'nı Rusya'nın kazanmasından sonra, Ruslar bu zaferin anısına St. Petersburg'taki Kutsal Üçleme Kilisesi'nin yanına bir anıt dikmeye karar verir. Burasının seçilmesinin nedeni bu kilisenin İzmailovsky Alayı'nın kilisesi olması ve bu alayın savaşta üstün başarı göstermiş olmasıdır. Bu anıt Rus-Türk savaşında ele geçi­rilmiş toplardan meydana getirilmiştir ve granit bir kaide üze­rinde yer alan altı sıra toptan oluşur.

  1. Kilise Bahçesinin Duvarındaki Osmanlı Topları

St. Petersburg'ta bulunan Spaso-Preobrazhensky Kilise- si'nin bahçesini çevreleyen duvarın ilginç bir mimarisi var. Bu duvar 1832-1833 yıllarında inşa edilmiştir. Temel özelliği 1828­1829 yıllarında yapılan Rus-Türk savaşında kazanılan zaferi an­mak için yapılmış olması ve savaş ganimeti olarak ele geçirilen 102 Osmanlı topunun namlularından oluşmasıdır. Bunlar İz- mail, Varna, Tulça, Silistre vb. kalelerinin alınmasından sonra ele geçen toplardır. Her granit kaidenin üzerinde namluları aşağıya bakan üçer top bulunmaktadır. Namlu gövdelerinde Osmanlı tuğraları ve bazılarının üzerinde "Allah'ın gazabı", "kafirlerin belası" ve "ölüm hediyesi" gibi ifadeler yer almaktadır.

 

3-Osmanlı Toplarından Basılan Rus Paraları

  • Rus ve Osmanlı toplarının kalibreleri farklı olduğundan, Osmanlı toplarının Rus mühimmatları ile kullanılması müm­kün değildi.
  • Türklerden ele geçirilen bronz top sayısı 842 adet gibi ol­dukça yüksek bir sayıdaydı (bunlara demirden dökülen toplarla 120 havan topu ve 3 obüs dâhil değildi).
  • Topların büyük bir kısmı hasar görmüş durumdaydı ve ba­zıları parçalanmıştı.

4-Hersonisos Çanı

Kırım Yarımadası'nda bulunan Sivastopol şehrinin kena­rındaki Hersonisos antik kentinde inşa edilmiş Aziz Nikolay Ki- lisesi'nin yakınında, Karadeniz'e nazır bir tepede yaklaşık 2,5 tonluk bir çan bulunmaktadır. Bu çanın özelliği savaş ganimeti olarak ele geçirilen Osmanlı toplarından dökülmüş olmasıdır ve bu bilgi çanın üzerinde belirtilmektedir.

OSMANLILARIN BAĞDAT'TAKİ VELÎ TOPU:

EBU HIZZÂME

Türk egemenliği ve kültürünün yüzyıllarca seçkin merkezlerinden olan Bağdat'ın 1638'de Os­manlılarca ikinci defa fethinin izleriyle 1916'daki Kût Zaferi'nin hatırasının yansımalarını da barındıran Sultan IV. Murad devri topları ve bunlar arasında, hâlen mevcut, bir büyük kuşatma topunun tarihsel geçmişiyle birlikte çevresinde gelişen inanış ve ritüeller üzerinde durulmuştur.

Osmanlıların Bağdat Kuşatmaları

Mezopotamya (Irmaklar Arası) denilen coğrafyaya gelişle­riyle birlikte Türkler için önemli konumunu daima muhafaza eden Irak bölgesi, Şah İsmail'in 1508'de Bağdat'a hâkim olma­sıyla Safevî egemenliğine geçmiştir. Daha sonra Kanunî Sultan Süleyman'ın altıncı sefer-i hümâyunu olan ilk doğu harekâtı (Irakeyn Seferi) sırasında 28 Kasım 1534'te ise Osmanlı toprak­larına katılmıştır.

Osmanlı idaresinde önemli bir idarî, askerî, ticarî, kültürel ve stratejik merkez haline gelen Bağdat'ta bazı ayaklanmalar dışında güvenlik ve huzur hakim olmuştu.

Sultan IV. Murad'ın Bağdat Kuşatması (1638)

Sultan IV. Murad (1623-1640), sayısına ilişkin mübalağalı ra­kamlar verilen ordusu, 24 balyemez/bedoloşka ve 200'den fazla şâhî darbzen topla ilk Şark seferini gerçekleştirmişti. Bu harekâ­tın hedefi olan Revan/Erivan şehri şiddetli top ateşi altında ku­şatmaya onbir gün direnmesinin ardından 8 Ağustos 1635'te teslim alınmıştı.

Osmanlı Top Teknolojisi ve Bağdat'ın Topları

Osmanlıların yayılma ve sınırlarını genişletmelerindeki ana unsurlardan birinin ateşli silahların üretim ve kullanımı olduğu tarihte bulunan bir özelliktir. Top dökümcülüğü de Osmanlı sa­vaş sanayiinde ulaşılan ve çağını aşan seviyesinin bariz göster­gesi olmuştur. Topçuluk yalnızca metalürji, mühendislik, tek­noloji gibi imalât aşamalarıyla değil estetik ve sanatsal nitelikle­riyle de farklılaşan özgün ürünleriyle belirginleşen bir tarz mey­dana getirmiştir.

Topun Konumu ve Genel Durumu

Topun konumu bir kaç defa değiştirilmiştir. İlk yerinden Bağdat'ın Rusâfe (Al-Adhamiya, şehrin doğu yakası) bölgesine taşınmıştır. Bu bölge 173 semte ayrılmış olan Bağdat'ın kuze­yinde Bâb Al-Sultan (Bâb Al-Ma'adhim) ile güneyde Bâb Al- Kulwatha (Bâb Al-Sharji) arasındadır. Irak Savunma Bakanlığı eski binasının bulunduğu Bağdat kalesinin karşında yer alan bölge şehrin kuzeyini korumak ve savunmak için yapılmış surun üzerindeki top nedeniyle "Top Semti" olarak adlandırıl­mıştır.

 

Topun Adı

Fâtih, 1478'deki İşkodra (İskenderiye) muhasarasında kalenin yakınlarında kurulan seyyar tophânede 11 top döktürmüştür. İki haftalık çalışma sonucu hazırlanan 13 kantar gülle atan en büyük (uzun ve ağır) tunç top ta "Muham- med" adını taşımaktadır. Bu muazzam silahın tüm döküm mas­rafları Fâtih Sultan Mehmed'in eşlerinden Dulkadıroğlu Süley­man Bey'in kızı Mükerreme Hatun (Sitti Mükrime Hatun/Sitti Şah) tarafından karşılanmıştır.

Kitâbeler ve Sanatsal Özellikler

Kanunî Sultan Süleyman döneminden itibaren dökülen hemen hemen bütün Osmanlı toplarında iki kitâbe bulun­maktadır. Topun namlu ucu bölümünde dönemin padişahının adının zikredildiği ve öğüldüğü Türkçe veya Arapça da yazı­labilen, kartuş içinde bir kitâbe mevcuttur.

Top Kundağı ve Arabası

Namlusunun konulduğu ve gövdesini oluşturan "kundak" topun taşınmasını kolaylaştırdığı gibi, iki yanındaki muylular yönünün ve yüksekliğinin ayarlanarak nişan alınması sağla­maktadır. İlk atıştan sonraki menzil düzenlemeleri de bunlar yardımıyla yapılmaktadır. Kundak ve araba ise kullanım kolay­lığının yanı sıra atışlardaki sarsılma ve çarpmalara dayanıklı, topun ağırlığına uygun şekilde, çürüme ve yağmur gibi dış etkilere mukavim, sağlam ağaçlardan imâl edilmiştir.

 

Osmanlı Topları Kûtü'l-Amâre Kuşatmasında

Kûtü'l - Amâre, Kanunî Sultan Süleyman'ın Bağdat'ı fethiyle Osmanlı Devleti idaresine girmiş, bir dönem Safevîler tara­fından ele geçirilmesinin ardından Sultan IV. Murad'ın Bağdat seferiyle birlikte yeniden Osmanlı toprağı olmuştur.

Özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren stratejik konumu nedeniyle kasabanın önemi artmıştır.

Beş aya yakın süren uzun kuşatma ve muharebeler 5 gene­ral, 481 subay ve 13.300 askerden oluşan İngiliz gücünün 29 Ni­san 1916'da teslim olmasıyla sonuçlanmıştır. Kût Zaferi, hiç şüp­hesiz, insanlığın topyekûn girdiği ilk büyük savaşta tarihimize yazılan şanlı zafer ve övünç sayfalarından birisidir.

 

 

İngilizlerin Elindeki Abidevî Osmanlı Topu

İngilizlerin Irak harekâtının gerçekleştiren VI. Hint Tüme­ninin doktoru olan William C. Spackman anılarında 26 Eylül 1915'te Kut kasabasını işgal ettiklerinde ilk olarak Türk mevzi­lerinde gizlenmiş durumda "bir kaç eski tip ağızdan dolma top ile yanlarında yığınlar halinde gerçek demir gülleler" gördü­ğünde hayrete düştüğünü belirtmiştir. Doktorun 5 Aralık 1915' ten teslim oldukları 29 Nisan 1916'ya kadar Kûtü'l-Amâre'de ku­şatıldıkları döneme ilişkin anılarında daha da ilginç satırlar yer almıştır. O, "çok eski ve bilinen bir havan" topundan söz ederek âbideyi andıran bu topu ilk defa Selman-ı Pâk'ta ele geçirip sa­hiplenmiş olduklarından hakkında bilgi sahibi olduğunu yaz­mıştır.

 

Değerlendirme

Osmanlıların topa verdikleri kıymetin anlaşılması için top döküm ocaklarının ateşinin yakımı sırasında Topçu Ocağı'nın görevlileri arasında bulunan duacının (duâ-gûy) duasına ve icra edilen törene bakmak bir fikir verebilecektir. Zaman zaman Pa­dişah da dâhil olmak üzere devlet erkânının katıldığı, münec- cimbaşı tarafından saati belirlenen top döküm töreni önemli sa­yılan devlet faaliyetleri arasındadır. Topçular Kâtibi Abdül- kâdir, Sultan II. Osman'ın Hotin Seferi için imâl edilen iki yüz parça topun döküm merasimini ayrıntısıyla aktardığı gibi Ev­liya Çelebi de eserinde döküm törenine geniş bir şekilde yer ver­miştir.

 

BÖLÜM 3 TARİHİMİZDE DÖKÜMCÜLÜK

EVLİYA ÇELEBİ’NİN KAYITLARINDAN

TOPHANE TOP ATÖLYESİ

Evliya Çelebi, iyi bir eğitim almanın yanı sıra zamanının ge­çerli yabancı dilleri olan Arapça ve Farsça’yı öğrendikten sonra babasının komşusu kuyumcu Simyon’dan da Rumca öğrenmiş, bir miktar da Latince dersi görmüştür. Seyahatname de sık sık ifade ettiği gibi, Rum, Arap ve Acem’de, İsveç, Leh ve Çek’te, 7 iklim ve 18 padişahın olduğu yerlerde 51 yıl boyunca gezip do­laşmıştır. Bütün bu gezdiği coğrafyada 147 dilden kelimeler top­lamıştır.

Evliya Çelebi'nin Tophane döküm atölyesini 1640 yıllarında ziyaret edip, bu metni yazdığı tahmin edilmekte­dir. Tophane Döküm atölyesinin ilk Osmanlı dökümhanesi ol­duğu bilinmektedir.

Tophane Neresidir?

Tophane, Hristiyanlar zamanında ormanlık bir yerdi ve için­de İskender-i Rumî 'nin bir manastırı vardı. Fatih, fetihten sonra bu ormanlık içinde küçük ve faydalı bir tophane yaptırmıştır. Ondan sonra Bayezid-i Velî bu tophaneyi genişleterek odalar yaptırmıştır.

Süleyman Han topçulara ehemmiyet vererek Osmanlı ülkesinden ve diğer ülkelerden paralar vererek topçular getirdi ve ataları Mehmed Han ile Bayezid Han'ın yap­tırdıkları Tophane'yi yıkarak yeni bir Tophane yaptırdı. Düşmanların eline geçen kaleleri kurtarmak için en mühim silah olan topların her çeşidi işte bu eski tophanede yapı­lır.

Top Dökümhanesi: Deniz kıyısından yüz adım içerde yüksek bir dağın eteğinde, etrafındaki duvarlar kale gibi sağlam olan bir kervansaraydır. Kuşatıldığı takdirde savaşa dayanıklı sağlam bir duvardır.

 

Tunç Fırını: Bu fırından dökümhanede iki tanedir. Dört ta­rafı ateş taşıdır. Çünkü baş­ka taşın bu Nemrud ateşine dayanma gücü yoktur. Bu yeşil taş, adalardan çıkar. Ocağın altı boş, üzeri ise kubbedir.

 

Top Kalıbı Yerleri: Bu tunç kubbelerinin önündeki çukurlar içine, ağızları yukarı gelmek üzere, top kalıplarını yerleştirirler. Eğer dökülecek topun cinsi balyemez topu ise her ocağa yirmi kalıp koyarlar ki, bu yirmi top eder. Eğer kolomborne topu ise yirmi beşer kalıp, eğer şâhi topu ise yüzer kalıp, içine adam sığar şayka topları ise beşer kalıp koyarak ağızlarını Kağıthane balçığı ile sıvarlar.

 

OSMANLI’DA SEYYAR TOP DÖKÜMHANELERİ

Tarihi kayıtlara göre Osmanlılar’ın ilk toplarının Balkanlar­da ele geçirilen dökümhanelerde döküldüğü ve bu ilk topların 1389 yılında gerçekleşen 1. Kosova Savaşı'nda kullanıldığı düşü­nülür. Ama Edirne'deki ilk tophanenin ne zaman kurulduğu bu kayıtlardan tespit edilemez. Ama tahminler buranın Sultan II. Murad zamanında faaliyete geçtiği şeklindedir. II. Murad devri aynı zamanda ilk seyyar dökümhane kullanılarak kale önünde top dökümünün gerçekleştiği devir olarak da bilinir. Bu teknik özellikle sarp yerlerde kurulan kalelerin kuşatması için kullanıl­maya başlanmıştı. Bu devir aynı zamanda Topçu sınıfının da ge­lişmeye başladığı bir dönemdi.

 

DOĞU ANADOLU’DA BİR OSMANLI TOP
DÖKÜMHANESİ:

ERZURUM TOPHANESİ

Osmanlı Devleti'nin İstanbul’un dışında Anadolu’da da top dökümhaneleri vardı. Bunlardan önemli biri de Erzurum Top- hanesi’dir. Bölgedeki idarî ve askerî yapılanmanın merkezi oluşunun yanı sıra, seferlerde ve civar kalelerin savunmasında kullanılan silah ve mühimmatın üretiminin ve muhafazasının merkezi de Erzurum'du. Bunda demir, güherçile, kükürt, bakır, kurşun gibi silah sanayinin önemli maden yataklarına yakınlığının etkisi bü­yüktü. Demir cevherinin yoğun olduğu Kiğı'da toplara ait demir güllelerle (yuvarlak), tüfek namlusu imaline mahsus demirin üretildiği Kiğı Dökümhanesi vardı. Burada üretilen gülle ve tü­fek demirleri gerektiğinde kullanılmak üzere civar kalelere ve büyük oranda Erzurum'a gönderiliyordu.

Erzurum Tophanesi'nin Kuruluşu ve Top Döküm Faaliyetleri

Osmanlılar, seferler sıra­sında kurdukları seyyar top dökümhanelerinin yanı sıra eyalet merkezlerinde ve maden yataklarına yakın mahallerde top dö­kümhaneleri kurmuşlardı.

Bu dökümhanelerden biri de Erzurum Eyaleti'nin merke­zinde inşa edilen Erzurum Tophanesi'dir. Tam olarak şehrin ne­resinde ve ne zaman tesis edildiği bilinmeyen tophane hakkında Osmanlı arşiv vesikalarına yansıyan ilk bilgi 1576 yılına tesadüf eder. 3 Mayıs 1576 tarihli Erzurum Beylerbeyine gönderilen hü­kümde, yağmur ve kar yağışı nedeniyle tahrip olarak kullanı­lamayacak duruma gelen taş ve topraktan yapılmış tophanenin tamamen yıkılarak, yerine kârgîrden yeni bir tophane inşa edil­mesi emredilmektedir.

 

 Erzurum’da Türk Tophanesi

 

Mehmed Paşa, seferde kullanılmak üzere Erzurum Tophanesi yapımı 5'i 14 kıyye (18 kg) gülle atar (bacaluşka), 2'si kolonborna toplam 7 to­pu ise Erzurum Kalesi'nden temin etmiştir. . 1725 yılında Revan'da tekrar Os­manlı hâkimiyetini sağlamak üzere gerçekleştirilen seferde kul­lanılacak 30 kal'a-kub/balyemez top Erzurum Tophanesi'nde hazırlanmıştır. 1730-1732 yılları arasındaki Osmanlı-İran Savaş­larında kullanılan 3, 5 ve 7 kıyye (3,8, 6,5 ve 9 kg) ağırlığında gülle atar 70 top Erzurum Tophanesi'nde dökülmüştür.

Erzurum Tophane Personeli

Tophanenin üretim safrasında görev alan personele baka­cak olursak, top dökümünü gerçekleştirecek ustalar (rihtegân) İstanbul'dan geliyordu. Bunda güdülen amaç, dökülecek top­ların mümkün olduğunca Tophâne-i Âmire'de üretilen toplara mutabık olması, yani standardizasyon meselesiydi. Top dökü­münün yapılacağı zamanlarda Tophâne-i Âmire personelinden bir baş usta (ser halife) ve iki top döküm ustası (üstâd) gemiyle Trabzon'a varıyor, oradan kara yoluyla Erzurum'a gidiyordu.

    Sonuç

Kuruluşunu Kanunî Sultan Süleyman'ın Irakeyn Seferi sıra­sında Erzurum'a gelişiyle tarihlemek mümkün olan Erzurum Tophanesi, ilk başlarda küçük çaplı kuşatma toplarının dökül­düğü ve aynı zamanda bunların muhafaza edildiği bir yer ola­rak inşa edilmişti. Yaklaşık yüz yıl sonra IV. Murad, Revan Seferi sırasında mevcut tophanenin büyük çaplı toplar dökülebilecek kapasitede olmadığını görmüş ve Çifte Minareli Medrese'nin balyemez türü topların da dökülebileceği bir tophaneye dönüş­türülmesini emretmişti. Çifte Minareli Medrese, bu tarihten iti­baren geçirdiği tamirler ve yapılan ilave binalarla tophane ola­rak hizmet vermeye başladı.

TOP DÖKÜM SANAYİSİNİN AYAK İZİ:
USULÜ'S-SİYAGA

Hoca İshak'ın Top Döküm Usulleri Kitabı

Osmanlı tarihinde topların önemli bir yeri olmasına rağmen, bu konu ile ilgili çok esere rastlanmamaktadır. Oysa. 14. ve 16. yüzyıllarda Osmanlı tarihinde top teknolojisinin önemi çok büyüktü. Belki de o zamanlar çok gizli tutulan bu üretimin yazılı bir şekilde aktarılması istenmemişti.

Avrupa'da top dökümü konusunda yazılan eserlerden en çok dikkat çekeni 1751 ve 1777 yıllarında Amsterdam ve Paris'te yayınlanan Encyclopedie ou dictionnarie raisonne des sciences des arts et des metiers adlı eserdir. D. Diderot ve J. le R. d'Alem- bert tarafından yazılan bu eser 17 esas ve 4 ek ciltten oluşmak­taydı. Bu eser dilimize Baş Hoca İshak Efendi tarafından Usu- lü's-Siyaga adıyla kazandırılmıştı. 19. yüzyıl başlarında, Batı 'da sanayi devriminin en güçlü olduğu ve döküm sanayisinin, bü­yük bir hızla geliştiği dönemler yaşanmaktaydı. 18. yüzyılın ilk yarısından itibaren açılmaya başlayan mühendishanelerin de kurulmasıyla birlikte okutulacak ders kitapları ihtiyacını da or­taya çıkarmıştı. İşte bu dönemde, Tophane'nin de geliştirilme­sine katkıda bulunduğu bilinen bu kitapla karşılaşılır.

OSMANLI DÖNEMİNDE DÖKÜMCÜLÜK

Osmanlı devleti döneminde birçok değişik ürünün hayata geçirilmesinde kullanılan dökümcülüğün en önemli alanının genel olarak ateşli silahlar, top ve gülle üretimi üzerine yoğun­laştırılmış bulunduğu anlaşılmaktadır. Her şeyden önce belirt­mek gerekir ki, bu konudaki belgeler, henüz yeterince gün ışığı­na aktarılamamıştır.

17. yüzyılın son­larında "Tophane'i Amire"de donanma gemileri ve kalyonların toplarının dökülmesi için gereken bakır madeni, Gümüşha­ne'den Trabzon'a getirilip, oradan da deniz yoluyla İstanbul'a taşınıyordu. Kürekle hareket eden bu teknelere karşılık, 1644 yı­lından sonra inşa edilen yelkenli gemiler arasında yer alan kal­yonlarda ise, boylarına bağlı olarak 58-80 veya 80-112 adet top bulunmaktaydı. Böyle bir kalyonun mürettebatı da 418-1000 kişi arasında değişmekteydi.

Osmanlı Döküm Sanayisinin Dev Boyutlu Kuruluşu:

Tophane

Tophane, gerçekte Osmanlı savaş sanayisi­nin merkezi durumundaydı. 19. yüzyılda bile çok büyük bir or­ganizasyon olarak önem taşıyan Tophane, birçok sanayi ve eği­tim kurumunu da içinde toplamaktaydı. Tophane, İstanbul'un alınmasından kısa bir süre sonra yapılmıştır ve 1456-1470 yılları arasında yazılmış olan Fatih Vakfiyesi’nde, Galata Surları’nın adı geçen bölgesindeki kapısına "Tophane Kapısı" denilmesi de bunu açıkça göstermektedir. Fatih döneminde kurulmuş olan Tophane'nin, II. Bayezid (1481-1512) döneminde yeni ihtiyaçlara göre genişletilmesi düşünülürken, bir sabah düşen yıldırımla barutlar tutuşmuş ve yangın çıkmıştır. Daha sonra yeniden ge­nişletilerek onarılan Tophane ile birlikte, Belgrat ve Budin gibi kalelerde de yeni tophanelerin yapılmış olduğu bilinmektedir.

OCAK

Öyleyse nedir ocak? Sevgi halkası, hane(dan) simya, kimya, metal, bilgelik, bilim, teknolojide nihai nokta, silsile, düşünce okulu, mektep, ekol demektir. Ocak'ı gündeme almayı mecbur kılan bir silsile çıkar mı aramızdan? Hayatımızın odağına yer­leşen bir ocak, mehdiden daha çok beklenendir. Çünkü gelece­ğin inşası bizim çabamıza, çalışmamıza, düşüncelerimize bağ­lıdır.

İSLAM ÖNCESİ DEVİRLERDE
TÜRKLERDE MADENCİLİK

Tarihin en eski devirlerinden beri takip etmekteyiz ki; Türk- ler maden istihsali ve işlemeciliğinde uzman madencilerdi. Türk, Çin, Arap tarih ve coğrafya kaynaklarının hemen hemen hepsinde Türklerin atalarının demirciliklerine değinilmiştir. Bu kaynakların yanında Türklerin yaşadıkları ve yayıldıkları yer­lerde bıraktıkları, ortaya koydukları eserler de maden işçiliğin­deki uzmanlıklarını kanıtlar niteliktedir.

Türklerin madencilikte bu kadar uzman olmalarındaki en önemli etken; tabi ki; kültürlerinin şekillendiği, yaşadıkları ve yayıldıkları bölgelerde önemli maden zenginliklerinin bulun­ması olmuştur.

OSMANLI’DA DEMİR ÜRETİM MERKEZLERİ

İslam tarihi boyunca Şam çeliği diye ünlü olan çelik türünün Osmanlı endüstrisi içindeki yeri de yine az bilinen konulardan biridir. Osmanlı yönetimi tüm demir üretimi türlerine uygula­dığı sıkı denetimi çok kaliteli bir çelik olan ve bu nedenle de yalnızca kılıç vs. gibi kesici savaş aletlerinin yapımında kulla­nılan Şam çeliğinden bir kılıç veya kama resmi bu malzemenin üzerinde de güçlü biçimde uygulamıştır.

Osmanlı döneminde Anadolu'nun en önemli ikinci demir üretim merkezi Bilecik'ti. Buraya ilişkin en eski belge 1551 yı­lında yayınlanan bir hükümdür.

SATIN ALMAK İÇİN TIKLAYIN

Menü